Biz de Uludağ'ı Aşarız

ULUDAĞ
Breh breh breh . Bu kelimeyi duyunca bile tüylerimin ürpermesine, bedenimi soğuk rüzgarların sarmasına engel olamıyorum.

Uzun yıllardır bisiklet binerim ama malumunuz şimdiye kadar işin hep hamallığını yapmışız. Bazı şeyleri sadece tatbik etmeniz sizin o işte zamanla tecrübe kazanmanızı, hatta doğal süreç içerisinde gelişmenizi sağlayabilir. Bisiklet öyle bir şey değilmiş ama. İçgüdülerinizi geliştirerek hemen bir tırmanışçı yahut uzun yol sürücüsü olamıyorsunuz. Bazı teknikleri bir yerlerden okumalı yahut birilerinin size anlatması gerekiyormuş. Bunu ben çok geç öğrendim. Belki siz içgüdüsel olarak hep doğru teknikleri kullanıyorsunuzdur bilemem. Eğer öyleyseniz bende bir sorun var. Muhtemelen yeteneksizim ama ne yapalım uğraşıyoruz.

Uludağ’ı ilk defa ortaokul yıllarımda okulumuzun düzenlediği bir gezi sayesinde görmüştüm. ( Takriben 23 sene önce) O zaman benim için sadece meşhur bir dağı görmekten ibaretti. Neticede ben de Torosların böğründe dünyaya gelmiş bir dağlıyım. Ha bir de teleferiğe binmiştik. Ne eğlenceliydi be. Aradan yıllar geçti İstanbul’da memur olduk ve bisiklet işini çözmeye başladık. Nedense dağlarda olmayı hep sevmişimdir. Aslında nedense deyip geçecek bir mesele değil, işin kökenine kadar izah ederim de işte daha fazla kafa açmayayım. Dağ merakımızdan ötürü daha önce dikilitaş, Sudüşen gezileri falan yaptık. Bunları yaparken gözüm hep ULUDAĞ’daydı ama. Bir iki ay içerisinde İstanbul’dan uzaklaşacağımı bilen gruptan bir dostum Ayhan “illa seninle bir Uludağ yapalım” deyip duruyordu. En son gene demişti ki e hadi madem yapalım dedik. İki mesaj o kadar ciddiye bindi ki baktım gece saat 4 de arabaya bisikletleri yüklüyoruz. İki saatlik bir uyku var ve biz Uludağ’a tırmanacağız. E söz de ağızdan çıktı artık, yat git Ayhan da denmez. El mahkum çıkacağız.

Efendim körfezi dolaştık, plan Yalova’da bir kahvaltı yapıp Bursa’ya kadar hazmetmeye başlamış olmak. Malum kahvaltıdan sonra en az bir buçuk saat bekleyin deniyor ya. Bizimkisi de o hesap işte. Vardık Yalova’ya saat 6 30 ve düzgün kahvaltı yapacak bir yer yok. Meşhur köfteci abimiz de saat yedi de dükkânı açacaklarını söyledi. Biz de beklemeyip devam edelim ileride yaparız dedik. Böyle diye diye Gemliğe kadar vardık. Gemlik’in içini gezdik falan ama peynirli zeytinli, ballı kaymaklı kahvaltı yapabileceğimiz bir yeri bulamadık. Daha doğrusu olanlar da açmamış. En son yol kenarındaki Özdilek isimli avm içinde mola durağı mı ne bir yer var. Bize 15 dk içinde açılacaklarını ve açık büfe kahvaltıları olduğunu söyledi. Biz de el mahkum bekleyip sere serpe kahvaltımızı yaptık. Dip not: Kahvaltı yaparken yumurtalara dikkat edin. Hepsi eski yumurtaydı. Yumurta sarısının dışında kahverengi ikinci bir katman oluşmuş. Çayları kötü olduğu için kahve istedim ve kahve bir bardak olmasına rağmen açık büfeye ilave edilmemiş. Ekstra ücrete tabi. Neyse efendim bu güzel kahvaltıdan sonra Bursa’ya vardık. Kahve kendime gelmemi sağladı. Enerji doluyum. Vuracam rampaya…

Bir dostumuzu tavsiyesine uyarak teleferiğin yanındaki otoparka aracımızı park ettik. İlk şoku orada yaşıyoruz ve seri halde devam ediyoruz. Otoparkın saati 5 TL ve gün boyu yani 4 saat durursa 20 TL. Oh on numara mafya işi. En azından bilmediğimiz ve dar sokakları olan bir ilde aracın başına bir iş gelmesin hem belki teleferikle ineriz diye park ettik arabayı oraya. Güzelce hazırlandık, bisikletlerin montajını yaptık, malzemelerimizi aldık yola koyulmadan tesisteki tuvalette de deffi hacet giderelim diye teleferiğin içine girdik. Önce Ayhan içeri girdi ben de dışarıda bisikletleri bekliyorum. Yanımda orta yaşlarda bir çalışan var. Teleferiğin cüretini sordum ve ikinci şoku yaşadım. Kişi başı 38 TL. Oh mis. Ayhan içeriden geldi abi yanına bozuk para al tuvalet 2 TL dedi. Ohhhh dedim. Zevkten dört köşeyim. Araç parkı 20 TL teleferik 38 TL 2 TL de tuvalet. Hiç debelenmeye gerek yok 60 TL yi verip kurtulacaksın. Ufak bir işim olmasına rağmen 2 TL nin karşılığını almak için elimden geleni yaptım. Cebime peçete koymamama rağmen bu sefer peçete bile aldım. Daha neler yapmış olabileceğimi sizin hayal gücünüze bırakıyorum.

Neyse meşhur kazıkları afiyetle tükettikten sonra otoparkın hemen yanından başlıyoruz yola. Lakin bir gariplik var. Çıkmamız gerekmez miydi? Hep iniyoruz. Dar ve bozuk yollar. Lakin hep in. Ayhan zevk’ten dört köşe. Dedim kardeş çok heyecanlanma bu inişin acısı şimdi tırmanarak çıkacak. Zaten tırmanmak için geldiğimizden neşemiz yerinde ama ben bu kadar meşhur bir güzergahta yolların bu kadar bozuk olacağını düşünmezdim. Yolun her tarafı yamalı. Evlere belli ki bir şeyler çekilmiş, doğalgaz, elektrik vs. Lakin oyulan asfalt o kadar kalitesiz yamanmış ki anında üç dört parmak derinliğinde bir kesite iniyor ve hemen çıkıyorsunuz. Yokuş aşağı olduğunuz için de çok kurtarma şansınız yok. Sonra bir den mazgallar çıkıyor. Maşallah hangi yöne yapıldığı belli olmayan mazgallar. Derken daha şehri çıkmadan Alacahırka mezarlığını az geçinde benim bisiklet fayton gibi sallanmaya başladı. Baktık ki o saçma sapan kesitler yüzünden ani basınç değişimi vs. lastik patlamış. Çok uzattık muhabbeti. Beş altı km ötede bir benzinci var. Oraya kadar ne benzinci var ne bir şey. Lastik tamircileri falan açılmamışlar. Benim pompam da çok yetenekli olmadığı için doğru düzgün tamir edelim basıncı falan yerinde olsun diye tekeri söküp, Ayhan’ın bisiklete bindikten sonra bastım gittim petrol istasyonuna. Bu arada Bursa’da kimseye adres sormayın. Bütün adresler dört yola çıkıyor. Adamlara bir türlü yabancı olduğumu ve dört yol dedikleri yeri bilmediğimi anlatamadım. Bursa da olmanın temel şartı o dört yolun yolunu bilmenize bağlı. Lastik tamirini yapıp, ters yol falan umursamadan arkadaşın yanına pedallıyorum. Bir iki karışıklıktan sonra bıraktığım yerde buldum kendisini. Tekeri taktım ama o da ne zincir atmış ve aynakolun araya sıkışmış. Dorğu düzgün çıkartmaya çalışıyoruz mümkün olmuyor. O şekilde nasıl sıkıştığını anlamlandıramadık. Zor uygulayarak çıkarttım zinciri ve tabi kadroda istenmeyen çizikler oluştu. Sonra frenin kadro bağlantısından oynadığını ve tekere sürttüğünü gördüm. Ayhan yemin ediyor bisikletin yanından hiç ayrılmadığına. Yemin etmesine gerek yok yalan söyleyecek değil lakin ikimiz de bu saçma olayı çözemiyoruz. Neyse hareket edeceğimde eldivenlerimin de olmadığını fark ediyorum. Ayhan kaskın içine koyduk ya abi diyor. Eldivenler de kayıp. Burada Ayhan’a bir şey içirip içirmediklerini karpuzcudan bir şey yiyip yemediğini soruyorum. Belli ki bir şeyler yaşanmış ve bizimki hiçbir şeyin farkında değil. Bu espirilerle başladık tırmanmaya. Yol her geçen dakika güzelleşiyor ve eşsiz orman kokusu içinde çıkıyoruz. Kafamızda bu tırmanışı o kadar büyütmüşüz ki anlatamam. Her geçen km ayrı zevk veriyor. Su bulamama korkusu içindeydik o yüzden az fazla su almıştık yanımıza ama maşallah her yerde tesis ve çeşme var. Arada resim falan çekiyor ve sürekli birbirimize enerjimizi idareli kullanmamız gerektiğini tembihliyoruz. Daha çok sert rampalar gelecek falan deyip duruyoruz. Sonra Ayhan’dan da izin alarak ben az açılıyorum. Kendi tempomu çok düşürmemek adına. Sakin sakin giderken birden kendimi Milli Park’ın önünde buldum. Yahu dedim hani çok sert rampalar gelecekti. Biz basabileceğimiz yerlerde bile hep yavaş gittik ki enerjimzi koruyalım. Neyse 5-6 dk içinde Ayhan da yolda görünüyor. Sırıtarak yanıma doğru geliyor. Bir iki foto çekimi yapıp suları tazeledikten sonra tekrar başlıyoruz yola. Biz hala asıl rampaları bekliyoruz. Çeşme başında hoş sohbet bir abimiz yanımıza geldi ve kendimize dikkat etmemiz gerektiği yönde uyarılarda bulundu. Neyse gidiyoruz gidiyoruz ama bir türlü o meşhur çok dik rampalar gelmiyor. Yolda kalmış bir Golf araçla karşılaştım. Önce dinleniyorlar sandım ve yanlarına yaklaşıp foto çekmek istediğimi söyledim. Tabi direksiyondaki bayan sert bir şekilde “sebep” diye sordu. Arkadaşlara “araba yolda kalır ama bisiklet kalmaz diyeceğim” dedim. Ve kadın da tabi ki “hayır” dedi. Ben de iyi günler deyip yola devam ettim. Aslında arabanın kaldığını fark etmemiştim. Ben aracı dinlendiriyorlar sandım. Meğer gerçekten kalmışlar ve canları burnunda. Benim gibi bir soytarı da yanlarına gelip alay eder gibi foto çektirelim diyor. Ben olsam belki de küfür bile ederim. Yaklaşık yarım saat geçmemişti ki o Golf model araç yanımdan geçti ve önümde durdu. Gel gel diye yolcu koltuğundan bir bey indi. “Ya gel çek hadi” dedi. Sonra sürücü hanımefendi de indi. Özür dilediler. Ben de asıl özrü benim dilemem gerektiğini ve ben sizin yolda kaldığınızı fark etmedim dedim. Sizi dinleniyor sanıyordum. Dedim. Karşılıklı nezaket konuşmalarından sonra foto çektik. Güzel insanlarmış. Bursa’ya indikten sonra yanımdan geçtiler ve korna yaparak selam da verdiler.

Neyse biz yolumuza dönelim. Evet efendim tırmana tırmana devam ediyoruz. Bu yolda hiç düzlük yok ama ben mental açıdan o kadar hazırlanmışım ki bu rampalar bana yeterli gelmiyor ve hala dik rampa bekliyorum. Birçok kişinin başında beklediği bir çeşme gördüm. Çeşmenin az ilerisinde de levhalar var. 1. Gelişim Bölgesi, 2. Gelişim bölgesi yazıyor. Soğuk sudan kana ana içtim. Burada Ayhan’ı beklemeye karar verdim. Arkadaşlar dağın soğuk olacağını söylemişlerdi. Yanımızda yedek bir üst vardı ve benimki Ayhan’ın sırt çantasında. Beş dk içinde elbisem sürekli esen nemsiz soğuk rüzgarın etkisiyle hemen kurudu. Değiştirmeme gerek kalmadı. Ayhan’ı aradım nerede olduğumu söyledim. Servis otobüsünü yıkayanlarla az sohbet ettim ve onlara oteller bölgesine daha çok var mı dedim. Bana gülerek 100 metre ileride hemen şu virajı dönünce dediler. Ben de Ayhan’ı tekrar arayıp hangi tarafa döndüğümü söyledim. Orada kuytu bir yer vardır belki oraya sığınırım dedim. Ben oteller bölgesinde meşhur rakım ın yazılı olduğu tabelaya geldim tam bisikletten iniyorken Ayhan da geldi yanıma. Biraz fotoğraf çektik, etrafı inceledik ve zaferi tatmanın, molasız zirveye çıkmanın gururunu yaşadık.  Tempomuz çok düşüktü ama bu bizim için bir keşif tutu oldu aynı zamanda. O kadar dik olmadığına göre teleferik mafyasına da para kaptırmaya gerek yok deyip muzları tükettikten sonra bisikletle inmeye karar verdik. İniş inanılmaz zevkliydi. Lakin bu işe heves edeniniz olursa kesinlikle tedbiri elden bırakmamasını öneririm. Sürekli frenleri pompalayıp hızınızı kesmelisiniz. Virajlara araçlar çok içten girebiliyorlar. Görüş mesafeniz dar. Ani frenden kaçınmak şart. Biz de öyle yapıp güzel güzel indik. Araç trafiği başlamıştı biz inerken. Klasik olarak birçok kişi saygı gösterip sizi sollamak için uygun anı beklerken bazı hayvanlar da sizin tepenize çıka pahasına sollama telaşındaydı. Çok şükür sağ salim turu bitirdik ve aracımızın başına döndük. Biraz otoparkta kaldırıma oturup dinlendikten sonra bisikletlerimizi yükleyip haracımız olan 20 TL yi ödeyip yola koyulduk. Bursa sokakları dar olduğu için ve hafta sonuna denk geldiğimiz için inanılmaz bir trafik vardı. Planladığımız Bursa içi gezisini yapmamaya karar verdik. Karnımızı doyurup devam edelim diye düşündük ama meşhur Bursa Kebabı yapan bir yere rastlayamadık. Biz de Köfteci Yusuf abimizin dükkanına gidip köftelere yumulduk. Açlıktan gözümüz dönüm. İki kişi 750 gr yedik. Bir litre Yedigün ve Bir şişe ayran. Bundan sonra İstanbul. Akşam geç olmadan evimizdeydik.
Ayhan ile bu tırmanışı tekrar yapmaya karar verdik ama bu sefer ortalama zorlayalım dedik.











Biliyorum çok yazdım. Fotoğrafları da müsait bir ara yükleyeceğim. Biraz yol bilgisi vermeye biraz duygularımı anlatmaya çalıştım. Çok sıkıldıysanız okumaya kusura bakmayın.



Yorumlar